İnsanların kurtuluşu için isa'nın ölümü lâzım mıydı?

İnsanların kurtuluşu için isa'nın ölümü lâzım mıydı?

İnsanların kurtuluşu için İsa'nın ölümü, ya da öldürülmesi lâzım değildi; insanlar İsa'nın müjdesini ve bilhassa kendisini kabul etmiş olsaydılar, bu cinayet gerçekleşmeyecekti. Ancak insanlar, daha doğrusu Yahudilerin en etkili zümreleri İsa'yı bir müddet dinleyerek kabul ettikten sonra, O'nu reddetmiş­lerdir; sonunda da O'nu yok etmeye karar vermişlerdir. İsa, Peder'i ve insanları sevdiği için ve bu sevgiyi belirtmek için, kendisine verilmiş olan kurtuluş görevine sadık kalmış, ona ihanet etmek istememiştir ve ölümü pahasına bile onu yerine getirmiştir. Bunun için bu kurtuluş eseri bir itaatten çok bir sevgi eseridir.

Önemli bir noktayı daha belirtmeliyiz; o da şudur ki, bu kurtuluş eserinde M. İsa'nın ızdırapları ve ölümünün önemli bir rol oynamalarına karşın, en esaslı unsur bu ızdıraplı ölüm değildir. Bazı kişiler, - onlar arasında bir kaç ilâhiyatçı bile bulunur. - bu ölümü şu şekilde yorumlamaktadırlar ki, güya Peder Allah, asli günahtan dolayı insanlara öfkelenmiş ve eğer onlar yeteri kadar kefaret ve tarziye ödemezlerse onların hepsini cehenneme mahkum edecekmiş; insanlar için ise böy­le bir kefaret vermek tamamen imkânsız imiş; bunun üzerine Kutsal Üçlü-Birliğin ikinci şahsı olan ilâhî Kelâm beşeri tabi­atı üzerine almaya ve insan olup, beşeriyetin yerine ve namı­na ölerek onların hakettiği cezayı çekerek lazım olan tarziye ve kefareti ödeyecekti; böylece adaletin terazisinin kolları yi­ne denkleştirilmiş olacakmış; sanki en önemli unsur İsa'nın ızdıraplı ölümüymüş, çünkü bu ölümü sayesinde Peder Al­lah'ın öfkesini yatıştırmış olacakmış. Demek ki, Peder Allah, kendi öfkesini yatıştırmak için kendi oğlu olan M.İsa'yı ölü­me mahkûm etmiş ve çarmıha göndermiş onlara göre.

Bu nevi yorum ve açıklamaların gerçekten manasız ve abes olduğunu ayrıca belirtmek gerekmez; Allah bu şekilde hareket etseydi, en barbar ve gaddar zâlimden daha kötü bir şekilde davranmış olacaktı. (Zaten İsa'yı ölüme mahküm eden Peder değil, insanlar idi).

Halbuki, M.İsa insanların kurtuluşu için ölmüş ise de, en önemli unsur bu maddi ölüm değildir, ve bu ölümün sebebi, Peder'in O'nu ölüme mahküm etmesi değildir. En önemli ve esaslı taraf, M.İsa'nın zihniyeti ve niyetidir; demek ki, nasıl, niçin ve ne maksatla bu nevi ızdıraplı ölümü üzerine almıştır. Diyebiliriz ki, M. İsa, Peder Allah'ın sevgisini insanlara ifşa etmek ve belirtmek için dünyamıza gelmiştir; onları hem gü­nahlarından hem de Allah'ı bilmemek, tanımamaktan ibaret olan cehaletten kurtaracaktı. Ancak insanlar, - daha doğrusu Musevilerin ileri gelenlerinin bazıları - O'nun öğretisini kabul etmemişlerse de M.İsa vazgeçip çekilmedi, fakat herşeye rağ­men hakikate tanıklık etmesini sürdürmüştür, kendi görevini ihmal etmez, kendi şahsiyetini inkâr edemezdi; hem Peder'ini hem de insanları sevdiği için, ne onları kendi kaderiyle başbaşa bırakmak ne de Peder'e beslediği sevgiye vefasız olmak is­temezdi. Hem Peder'e hem de insanlara karşı beslediği sevgi­yi belirtmek maksadıyla, ona tanıklık etmek için her şeye, ızdıraplarla dolu bir ölüme, hatta çarmıhta ölmeye, katlanacak­tı; her ne pahasına olursa olsun, insanların kurtuluşunun kay­nağı olan Peder'in şahsiyetini ve sevgisini belirtecekti.

Bu tutumda en esaslı unsur M. İsa'nın sevgi dolu zihniyeti ve ruhu idi; hayatı boyunca Peder Allah'a bağlı ve kendisini O'na vakfetmiş olarak, O'na bağlı olarak yaşadığı gibi, ölüm saatinde de kendini Peder Allah'a teslim etmiştir; zaten, çar­mıhta asılı olarak ölürken son sözlerinin biri de şuydu: "Pe­der, ruhumu ellerine teslim ediyorum!"(Lk. 23,46); bu ölümün en esaslı unsuru, bedenî, maddî ölüm değil, fakat bu ölüm anındaki manevi davranış, zihniyetin tutumu, haleti ruhiyedir; aksi takdirde maddi unsur manevi unsurdan daha önemli, daha kıymetli olacaktı; aslında bilhassa dini sahalarda, maddi hareket ve davranışların kıymeti manevi durumun, zihniyetin tutumundan gelmektedir, bedeni hareketler ise zihniyetin sim­gesi ve beyanıdır.

Demek ki, özetle şunu söyleyebiliriz: M. İsa, Peder Allah'­ın insanlara karşı olan sevgisini ifşa edip belirtsin diye dünya­ya gelmiştir, insanlar kendini reddedince O, ızdıraplı ölümü üzerine alarak yoluna devam etmiştir ve sonunda da, Allah'ın sevgisini ve kendi şahsiyetini, - demek ki, hakikati, - inkâr et­memek için gerçekten öldürülmüştür.

Ayrıca İsa, bu ızdırapları ve ölümü kabul edince, şunu da göstermiştir ki, kendisi için insan herhangi bir varlık, bir ya­ratık ya da bir nesne veya köle değil, önemli ve kıymetli bir varlık, bir şahıs, hatta bir evlattır; yoksa onu kurtarabilmek için bu nevi ızdırapları üzerine almazdı.

Şunu da unutmamak gerekir ki, aslında her şey M. İsa'nın ölümü ile bitmemiştir; İsa'nın ölümü O'nun eserinin ve ha­yatının nihaî sonu ve sonucu değildir; ölümünden üç gün son­ra dirilmiş ve sonra Göklere yükselip yine Peder Allah'a ka­vuşmuştur ve ilelebet O'nunla yaşamaktadır. Böylece İsa'nın eseri, görünüşe rağmen, başarısızlık ve felâketle bitmemiştir, ölüm galip gelmemiş ve nihaî zafer ölüme değil, Hayatın ken­disi ve hayatın kaynağı olan Allah'a ve ilâhi Kelâm olan M. İsa'ya aittir.

Şunları da eklemeliyiz ki, bazı ilahiyatçılara göre (Bona-ventura ve onu izleyenler) asli günah olmasaydı bile, ilahi Kelam yine insan tabiatını kabul ederek bu fani dünyamıza gelecekti; bu defa ise insanları günahtan değil, sadece onları cehaletten kurtarmak için gelecekti, onlara Allah'ın şahsiyeti­ni, iyiliğini, sevgisini, vs. öğretmek için gelecekti; ve o zaman ızdırap çekip öldürülmeyecekti.

  
208 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın